UMRUMDA DEĞİL NE AFERİN NE DE YUH! MENZİLE ENGEL DEĞİL ÖNÜME ÇIKAN GÜRUH

Umrumda değil ne aferin ne de yuh; Menzile engel değil yoluma çıkan güruh!..


Nevres selîm ü pâk gelip gitmedir hüner
Yohsa cihâna günde bin âdem gelir gider

5 Kasım 2016 Cumartesi

Anlayamadık

Ahh..
Hakikat derler, insanı şöyle bir düşündürür
Aklını bir anlık sarsıverirler
Nedir desen, anlatır ama anlamazsın
Yazar, okursun lezzet alırsın ama idrak edemezsin
Yine bir düşünce sarar
Derinlere gidersin ve bir katre iken umman olursun
Mürekkeb kalemin ucunda damla iken
Sayfalara sığmaz bir derya oluverir gibi

Bir söz, bir bakış, bir teveccüh ısıtır seni
Dilin değil amma zihnin hep tazedir onda
Hatrından çıkmayınca bir kelam edeyim dersin, edemezsin
Tıpkı hayat denen yolculuk trenine binip de
Bu yolculuğa sabır ile başlayıp sır mührü ile bitirir gibi
Sessiz kalırsın
Senin o an yaşadığını kimse bilmez, bilemez
Anlamaz, anlamaya çalışasada hissedemez
İçin viran, ciğer büryan..

Sonra aşk gelir aklına
Aşk için söylenen gazeller, beytler, şiirler, hatıralar, hadiseler, efsaneler canlanır zihninde
Bir yandan Fuzuli; Aşk imiş her ne var âlemde; İlm bir kîl ü kaal imiş ancak
Bir yandan Yunus Emre; Yunus öldü diye sela verirler, Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez
Yoldan geçen mecnun’a soruverirler; kimsin sen? -ben leyla der
Aşk için söylenen kelam ile tatlanır an’ın
Ne Niyazi Mısri’den geçebilirsin, ne Avnî’den
Şimşek çakar beyninde, fırtınalar koparır içinde

Kim demiş aşıklar ölür?

Aşkın lezzetini alan, aşık
Talep edene tarihi sözü fısıldar; men lem yezuk lem yarif! (tatmayan bilmez, bilen söylemez)
Şiir öyle bir yöntemdir ki
Kalem ustasının kitaplar, ciltler ile anlatmak istediği meseleyi
İki satırda anlatıverir, anlayana
Aşık burada biraz da şairdir
İfşa etmez elbet ama şifreleri de verir
Aşık, benliğini yokedip, yokluğunda maşukun varlığına bürünür
Viran olmuş, vuslat der lakin vuslatta aşka zeval olur diye
Firkate mihman olur

Ehli aşk; Aşkı bilen konuşmaz, koşanda bilmezmiş der
Hepimizin bu konuda söyleyecek çok seyleri olduğundan cevap malum

Sözün özü; Biz aşık olamadık, aşıkları da anlayamadık.

12 Aralık 2014 Cuma

Ney

Özlem, rikkat, ism-i azam, hakikat ve sır.
Belki daha fazlası yekpare kendine ihsan edilmiş. 
Rivayet hikayesinden sır dolu bir yolculuk.
İhsansız kimsenin kadir olamayacağı enfes lezzet.
Çorak araziden ansızın ortaya çıkmasından, yerinden yurdundan edilmesi ve içinin dağlanması ile devam eden sır dolu yolculuk.
Asırları aşan tek ses belki de tek hakikat sesi "Hûû"...
Kimine göre cansız, kimine göre canlı.
Kimi dinleyenin kalbine rikkat, kimine korku salan.
Kalbe verdiği yumuşaklığın sebebi belki de sahibi olanın adını duyması veya ondan birşeyler duyması. 
Vahdaniyetin küçük bir tecellisi gibi. 
Katrenin deryaya dalması gibi kendini bir nebze bulması.
İçten gelen bir ses. "Evet.. Benim kalbimin sahibi ancak O'dur. Kalbime huzuru ancak O sağlayabilir. Kalbimde O olmazsa ben cesetten ibaretim."
Korku duyanın ise dünya sevgisinin ağır basmasından gelen varlık düşkünlüğü. Hakikate karşı olan hırsı.
Aslını bulmayan her şey mutluluk kisvesi giydirilmiş ve hüsrana zindan olmuş bir parçadır.

11 Nisan 2014 Cuma

Hz. Muhammed (sav) büyüklüğü

Şeytan her zaman işbaşındadır. Vesvese vererek kalplerin doğrulmasını zora sokar. Hele ki ilimden bihaber olana.

Hz. Mevlana ve Hz. Şems'in ilk buluşmasındaki hadiseyi bir çoklarımız bilir. Tüm zamanlara ders olabilecek nitelikte ve şeytanın oyunlarını bozacak kuvvette.

"Hz. Mevlana bir gün katırı ile yol alırken karırın dizginlerini yaşlı bir derviş kavrayıverir. Hz. Mevlana bu yaşlı ve derviş gönümlü adam karşısında irkilir.
Bu ihtiyar Hz. Şems'dir. Keskin ve sert bakışları ile Mevlana'yı etkilemiş. Kısa bir bakılma sonrasında Hz. Şems sükûtu tok ve yüksek sesle;

- Sen Belh'li Sultan'ül-Ûlema oğlu Mevlana Muhammed Celaleddin'sin değil mi?

- Evet.

- Bir müşkülüm var, söyle bana. Hazreti Muhammed mi büyüktür. Beyazd-ı Bestâmî mi? Ne dersin?

Mevlana böyle cadde ortasında etrafında toplanan halkın şaşkın bakışları arasında ansızın sorulan bu soruyla tekrar irkildi. Sorunun taşıdığı geniş manayı hemen kavramış, adamın hiç de yabana atılır bir kişi olmadığını anlamıştı. Cevap verdi:

- Bu nasıl soru? Elbette Hz. Muhammed büyük...

Adamın bakışları tatlılaştı. Dudaklarında bir tebessüm halesi dolaştı. 

Bu sefer şöyle sordu:

- İyi ama. Hz. Muhammed, "Ya Rabbi. Seni tebcil ederim, biz seni layık olduğun veçhile bilemedik." buyurur. 

Halbuki Beyazıd-ı Bestâmî "Ben kendimi tebcil ederim, benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah'tan başka varlık yok." demekte. Buna ne buyurulur?

Mevlana, sualin bu mecraya geleceğini önceden anlamıştı. Hemen cevap verdi:

- Çünkü Hz. Muhammed, günde sayısız makamlar aşıyor, her makam ve mertebeye varışında, evvelki bilgi ve halinden istiğfar ediyordu. Böylece Peygamber, hiçbir makamda ve hükümde kamayarak ebediyyen tenzih edilmesi gereken Rabbi. Onu bütün tecelli cilveleri içinde dahi, tecrid ve tenzih edebilmenin mukavemetinde malik bulunuyordu. Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestâmî ise, vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapıldı ve kendinden geçti. O makamda kaldı ve hemen bu sözü söyledi."

Bunu avam olarak kendi aciz aklımla, avam derecesinde ve anladığım kadarıyla açıklamak gerekirse:

2*2=4 eder. Bu bilgiye yeni vakıf olan biri sahip olduğu bilgiyi hemen bilmeyen akranına veya alt seviyesindeki birine anlatma gayretine girer. Yarın yepyeni bir bilgiye ulaşınca, artık, 2*2=4 bilgisi eskimiştir. Anlatmaya gerek yok. Çünkü daha üstün bir bilgi elde edilmiştir. 
Ama kişi 2*2=4 bilgisinde kalmışsa, ondan üstünü yok zanneder ve o bilgiyi bilmeyenlere anlatmaya devam eder. Etrafındakiler şaşırır ve onu bilge kabul eder. 

Fakat yanlış anlaşılmasın, ben burada kimseyi ve hatta Evliya olan ve çok mürid yetiştiren Beyazıd-ı Bestâmî Hz.'ni küçük göstermek gayretinde değilim. Olamamda. Buna ne bilgim ne de altyapım müsait. 

Sadece şeytanın bir oyununu zihinde ve kalpte altetmek. Çünkü kalpte yamukluk olması bizim hayrımıza olmaz. 

Salât ve selam, âlemlere rahmet olarak gönderilen, sâdıku'l-emîn, Peygamber Efendimiz Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa (sav)'nın üzerine olsun.

2 Nisan 2014 Çarşamba

Geri Dönüş..

Uzun zaman oldu yazmayalı.
Tabi olarak insanın duyguları anlık bile değişebiliyor. Çünkü duygularda baki değildir. Bir yazma isteği gelir, ihlasla yazılır. Sonra bir bakmışsınız ki artık yazmak için yazıyorsunuz! O andan sonra ya para için yazılıyor ya da birileri okusun, takip etsin diye yazılıyor. Şunu çok iyi anlamamız gerekir ki, ihlas ile ve çıkarsız yazılan yazıların tamamı tarih boyunca hep canlı durmuştur.
Buna örnek, Muhyiddin İbn Arabi'nin Futuhat-ı Mekkiyyesi, Mevlana'nın Mesnevisi, Âşık Yunus Şiirleri, İmamı Rabbani Hz.'nin Mektubat'ı.. Dahası da var.
Bu eserlerin canlı kalmasındaki tek neden baki olanı yani O'nu anlatmasındadır şüphesiz. Bunun sağlamasını da baki olanı anlatmayan hiç bir eser bugüne gelememiş olmasıyla yapabiliriz. (Çok eski ilim eserlerinden bazıları da bu günlere ulaşmış! diyebilirsiniz ve haklısınız. Bunun sebebi de şudur; Bütün ilimler Allah'ındır! Doğru olan her ilmi söz, eser Allah'ın ilminin sadece bir parçasıdır! Allah'ın ilmi sonsuzdur. O (c.c.) vermese kimse ilim adamı olmaz! Ve hiç kimse ilmi kendi alamaz! O (c.c.) ilmi istediğine verir. Allah ilmi de geçici bir şey değildir..) Hele ki sapkınların! Onlardan kalan sadece ibretlik helak oluşlarının haberi.
İnşallah hepimizin yazıları daimi olacak usulde ve samimiyetle devam eder. Yoksa beyhude..

8 Ekim 2011 Cumartesi

Ağlasa âşık belâ-yı hecr ile nâlân olup - Avnî

Biliyoruz ki Fatih Sultan Mehmed (II.Mehmed) kanunnameleri ile meşhur bir İmparatordur. Kesintili de olsa 32 yıllık İmparatorluk döneminde çeşitli lakapları olmuştur. İstanbul'u feth edip Efendimiz (s.a.v.)'in işaret ettiği makama erişen'e Fatih ve cihanşümul bir imparator II.Mehmed'e Büyük Kartal, şair olduğu için de  Avnî lakaplarını almıştır. 
Avnî, aruzu kullanmakta usta ve gazelleri meşhurdur. Fatih Sultan Mehmed hakkında daha çok şey söylenebilir. Bir gazeli vardır ki âşk-ı öyle güzel anlatır. Ama bir Sultana yakışabilecek bir şekilde anlatır. Bu gazel ki Sultan'dan başkasına yaraşmaz. 
Uzatmadan sözü Şair Avnî'ye bırakalım..

Ağlasa âşık belâ-yı hecr ile nâlân olup
Gözlerinden akan anun yaş yerine kan olup

(Ağlaması gerekir âşık dediğinin ayrılık ile, 
ağlaması da gözlerden yaş değil kan gelmelidir)

Geh cefâ kûhı gubârından örünse kisveti
Geh belâ vadisini geşt eylese üryân olup
(Ya cefa dağının tozları ile giyinmelidir
ya da çölde giyinmeden dolaşmalıdır)

Her ne denlü cevrler görse vefalar eylese
Her ne denlü gülseler hâline ol giryân olup
(Her ne kadar o eziyet görse, ızdırap görse 
o kadar vefası artmalıdır, sadakati artmalıdır)

Râz-ı aşkı aşikâr etmeğe takat bulmasa
Sinesinde nâvek-i dil-dûzlar pinhân olup
(Âşkın sırrını açık etmek suçtur, âşıkta bunu yapmak istemez ama
gücü yetmeyip de sırrı kaçıracak olsa bile sinesine yediği oklar
sebebiyle rahat nefes alıp onu da yapamamalı)

Dilberinden rahme er olmazsa ol dil hastaya
Kimseler derdine derman edemez imkan olup
(Eğer sevgilisinden bir lutfa kavuşmazsa onu hiçbir ilaç iyi edemez

Gam beyabanına her gün eylese seyr ü sefer
Her gece mihnet- serâ-yı firkate mihmân olup
(Gam çöllerine seyr ü sefer etmeli her gündüz
her gecesi de ızdırap olmalı)

Verseler mülki cihanın tac-u taht-ı devletun
Avni köyün terkin etmez başına sultan olup...
(Dünyanın tacını tahtını tüm saltanatını verseler ey sevgili,
senin küyunu çevresini terk edip o tacı, tahtı alıp başıma bahtiyarlık taslamam)